Sabahattin Ali’nin 1943 yılında yazdığı Kürk Mantolu Madonna
nicedir çok satanlar listesinden inmiyor, özellikle ilk gençlik yıllarını
yaşamakta olan okurlar tarafından büyük ilgi görüyor. Öyle ki otobüslerde,
metrolarda elindeki Kürk Mantolu Madonna’ya hararetle sokulmuş lise öğrencileri
görmeniz işten bile değil. Peki kullandığı dil itibariyle bugünün okurunu bir
parça zorlayan bu kitabı yayınlanmasının üzerinden bunca yıl geçtikten sonra bu
kadar popüler yapan nedir?
Romanın baş kişisi her ne kadar Raif Efendi olsa da kabul etmek
gerekir ki bu romanın gizli öznesi Maria Puder’dir. Raif Efendi’nin çekingen
yapısı, utangaçlığı hikaye boyunca neredeyse hiçbir ilerleme göstermezken Maria
Puder'in kişiliği (neredeyse bir bipolar gibi) mütemadiyen zikzaklar çizer. Biz
okurları da romana bağlayan Maria Puder'in bu inişli çıkışlı halidir zaten.
Yazar belki de bu yüzden kendisine anlatıcı olarak Maria Puder'i değil Raif
Efendi'yi seçmiş, Maria Puder'in gel-gitli ruh haline içeriden bir çözümleme
yapmaktan kaçınmıştır. Bu tutum Maria Puder'i yalnız Raif Efendi'nin değil,
okurun da arzusunun karanlık nesnesi haline getirmektedir.
Her ne kadar burada atıfta bulunduğum "arzunun karanlık
nesnesi" kavramı adını Bunuel'in 1977 yapımı filminden alsa da bu
kavramın adı konmamış geçmişi çok daha gerilere dayanmaktadır. Bunuel'in Kürk
Mantolu Madonna'yı okumuş olması mümkün değil. Ancak biri edebiyatın, diğeri
sinemanın en parlak akıllarından olan Ali ve Bunuel sezgisel olarak aynı kadın
figürüne yöneliyor. Sabahattin Ali'nin Maria Puder'i ile Bunuel'in Conchita'sı
birçok yönden benzerlik gösteriyor. Ancak ben burada Conchita'yı bir parça es
geçip Maria Puder'le devam edeceğim.
Raif Efendi Kürk Mantolu Madonna ile ilk kez tesadüfen girdiği
bir resim sergisinde karşılaşır. Bu karşılaşma romanda şöyle anlatılır:
"Büyük salonun kapıya yakın bir duvarının önünde birdenbire
durdum. O andaki hislerimi, bilhassa aradan bu kadar seneler geçtikten sonra,
anlatmama imkan yok. Yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresinin önünde,
mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum. Resimleri seyredip geçenler,
vücutlarıyla beni sağa sola itiyorlar, fakat ben olduğum yerden ayrılamıyordum.
Bu portrede ne vardı? Bunu izah edemeyeceğimi biliyorum; yalnız, o zamana kadar
hiçbir kadında görmediğim garip, biraz vahşi, biraz mağrur ve çok kuvvetli bir
ifade vardı."
Bu noktada Maria Puder'i arzunun karanlık nesnesi yapan ilk
unsur ortaya çıkar; gizemlilik. Maria Puder güzellik bir yana, çekici ve
gizemli bir kadın olarak tarif edilmiştir. Öyle ki otoportresi onlarca resim
içerisinde Raif Efendi'nin dikkatini çekmeyi başarmış, Raif Efendi'yi kendisine
bağlamıştır. Arzunun nesnesini karanlık kılan taraf tam da bu gizemdir.
Tüm hikaye boyunca Maria Puder'i kendi anlattığı kadarıyla tanırız; babası yoktur,
Atlantik adlı bir kulüpte keman çalıp şarkı söylemektedir, annesiyle
yaşamaktadır. Başka? Başka hiçbir şey... Geriye kalan karanlık bir boşluktur ve
bu boşluk da arzu ile doldurulmaya çok müsaittir. Ama gizemli olmak Madonna
olmak için yeterli midir?
Tam da burada Sabahattin Ali'nin Maria Puder'e uygun gördüğü
isim gidiyor devreye: Madonna. Bilindiği üzere resimde Madonna Meryem Ana'yı
temsil eder ve Meryem Ana tasvirlerinde kullanılan bir kavramdır. Meryem
Ana'nın Hristiyan mitolojisindeki yeri ise malum; bebek İsa'nın annesi, saflık
simgesi, erişilmez bir kadın. İşte burada yakaladığımız ipin ucunu gelin
bırakmayalım ve Sabahattin Ali'yle bir konuda uzlaşalım. Madonna, Meryem ya da
Maria... O ulaşılmaz bir kadın.
Ulaşılmaz olmak arzunun temel prensibidir. İnsan doğal olarak
kendinde olmayanı arzulamaktadır. Serüven bu arzulanana ulaşmak ümidiyle
katedilen bir yoldur. Bir nevi vuslata erme çabasıdır. Maria Puder de Raif'i
hep belli bir mesafede tutarak içinde bulunduğu arzulanan konumunu
korumaktadır. Çünkü vuslata ermekle arzu tatmin olur ve tatmin olan arzu da
sona erer. Maria Puder ise arzulanmayı sürdürebilmek için Raif'i hep belli bir
mesafede tutmaya mecburdur.
Arzunun tatmin edilişinin romanın sonlarına denk gelmesi boşuna
değildir. Fakat tatmin sözcüğü sizi yanıltmasın. Burada bahsettiğim cinsel bir
tatmin değil. Zaten Maria Puder ile Raif'in cinsel yakınlığı da kitapta sözü
edilen bir durum değil. Dolayısıyla romanda coşkun bir vuslat sahnesine de
rastlamıyoruz. Sabahında sözü dahi edilmeyen, ancak sezebildiğimiz bir vuslat
sahnesi ki bu zaten arzu nesnesi de henüz konumunu terketmiş değildir. Hatta
aşkını itiraf etmekle de arzu nesnesi olmaktan çıkmaz Maria Puder. Zira bir
kadının size aşık olması size teslim olduğu manasına gelmez hiçbir zaman. Maria
Puder de aşık olmakla teslim olmamıştır, Raif'in olmamıştır. Henüz...
Ancak romanın bir yerinde Raif'in arzusunun tatmin edileceği
romanın tekniği gereği baştan bellidir. Zira Raif'in hali arzusu tatminsiz
bırakılmış bir adamın hali değildir. Tatmin edilen arzusunun yerine yenisini
koyamayan bir adamın halidir. Tatmin edilemeyen arzu çoğu kez saplantı halini
alır. Oysa Raif'in üstündeki daha çok bir vazgeçmişlik halidir. O halde Raif'in
arzusu bir noktada tatmin edilmiş ve Maria Puder arzunun karanlık nesnesi
olmaktan çıkmıştır. Bu an romanın sonlarında Maria Puder ve Raif'in ayrılık
sahnesine tekabül eder. Bu sahne romanda şöyledir:
"Şimdi ben gidiyorum. Fakat ne zaman çağırırsan
gelirim." dedi.
Evvela ne demek istediğini anlamadım. O da bir an durdu ve ilave
etti:
"Nereye çağırırsan gelirim."
İşte Maria Puder'i arzunun karanlık nesnesi olmaktan çıkaran an
bu andır, Raif için gerçek bir vuslat anı. Çünkü Raif'in arzusu tatmin
olmuştur. Raif'in arzusu özde Maria Puder'e sahip olmaktır ve bu sahip oluş
Maria Puder'le sevişmekle değil, Maria Puder'i teslim almakla mümkündür. Maria
Puder Raif ne zaman çağırırsa gelecektir. Nereye çağırsa gelecektir. Maria
Puder teslim olmuş ve arzunun karanlık nesnesi kendi kendini ortadan
kaldırmıştır.
Bu yazıyı bitirmeden açıklamak istediğim son bir husus var ki o
da "Maria Puder'in Emsalleriyiz." derken neyi kastettiğim. Bu noktada
minder dışına kaçıyor ve topu Maria Puder'e atıyorum. O hepimizin yerine birkaç
güzel laf etmiş:
"Bunun için muhakkak bir erkeği sevmem lazım geldiğine
inanıyorum. Ama sahiden bir erkek... Hiçbir kuvvete dayanmadan beni
sürükleyebilecek bir erkek... Benden bir şey istemeden, bana hakim olmadan,
beni tezlil etmeden beni sevecek ve yanımda yürüyecek bir erkek... Yani
hakikaten kuvvetli, tam bir erkek..."
İşte o kadar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder